Depresyon Tedavisi
Depresyonda kliniğe hakim olan tablo; üzüntü, çaresizlik ve ümitsizlik hisleridir. Hastalar ruh hallerini “içim boş, kaybolmuş gibiyim ya da hayattan zevk alamıyorum...” şeklinde tanımlayabilirler. Ağlamak bir rahatlama sağlamaz. Fizyolojik olarak iştahsızlık, uykusuzluk, yorgunluk, cinsel arzuların azalması veya kaybolması bu tabloya eşlik edebilir.
Nevrotik bir depresyon, sevilen nesnenin veya ona dair ilişkinin bir şekilde kaybına karşı geliştirilen bir tepkidir.
Manik depresif psikozdan etkilenen Karl Abraham, öncelikle nefret hissinin sahneye hakim olduğunu belirtmiştir. Bunun formülünü ise; “ ben insanları sevemiyorum, bu yüzden onlardan nefret etmek zorundayım” olarak açıklamıştır. Buna bağlı olarak kişi depresedir ve bu nefret; yansıtma mekanizması ile iade edilir.
Freud 1915 yılında yılında yayınlanan “Yas ve Melankoli” isimli eserinde depresyonu; olağan yas ve melankoliyi karşılaştırarak açıklamıştır. Buna göre yas sürecinde; yaşama dair tutumda ve benlik değerinde bir değişim olmamaktadır. Bunun dışındaki diğer tüm belirtiler melankoli ile aynı olmaktadır.
Yas tutmada kişideki gerçeklik sınamasının varlığı, sevgi nesnesi artık var olmadığı için libidonun geri çekilmesinde ısrar eder. Bu isteğe karşı dirençler gelişir. Çatışma bazı durumlarda arzu doyurucu halisünasyonların oluşumuna kadar varabilir. Bu çatışmanın normal sonucu; gün geçtikçe enerjinin geri çekilmesidir. Yas tutma tamamlandığında ego serbest kalır.
Melankolide ise; kişi kimi kaybettiğini bilir fakat içeride ne kaybettiğini bilemez. Bu da bilinçdışı bir sevgi nesnesi kaybı fikrini oluşturur. “Yasta dünya fakir ve boştur; melankolide ise egonun kendisi.” Libido nesneye olan yatırımını geri çekse de başka bir nesneye yatırılamaz ve geri çekilir. Benlik, terk edilen sevgi nesnesinin yerini alır ve nesne kaybı; benlik yitimine dönüşür. Benliğin diğer parçası, kayıp ile özdeşleşen diğer parçasına terk edilen sevgi nesnesi gibi davranır.
Edith Jacobson; yaşamın erken yıllarında ebeveynlerin, bebeğin beklentilerine yeterince yanıt verememeleri nedeniyle oluşan düş kırıklığının, idealleştirilmiş iyi ebeveyn imajının değerden düşmesine yol açtığını bunun da benlik öz saygısının yıkımı ile sonuçlandığını ileri sürer. Bu yolla da ilkel bir depresyonun varlığına işaret eder.
Melanie Klein; farklılaşma fazzının sonunda bebeğin depresif bir evreye geçtiğini ifade eder. Gelişimin bu düzeyindeki bir fiksasyon; narsisistik öğeleri de içeren bir tablo yaratır.