Joker’in İçsel Müziğini Dinlemek
Charlie Chaplin, teknolojinin sesli film çekmeye elverişli hale geldiği zamanlarda sessiz film çekmeye devam etmeyi tercih etmiştir bir süre. Ona göre; bu şekilde dilden bağımsız olarak bütün insanlara ulaşabilmek mümkündü. Bu filmlerde bazı kelime ya da açıklamalara yer verilirdi ekranda ve müzik, sahnenin ve karakterlerin duygu tonunun anlatıcısı olurdu. Hikayenin, olayın, diyalogların anlaşılmasında bir rehber rolü üstlenirdi. Görsel bir malzemenin sözel bir anlatı aracına dönmesine hizmet ederdi bu şekilde.
Bu film de birçok bakımdan Charlie Chaplin’i anmaya sevk eder izleyeni. Eleştirel tonu, karakterin komedi arayışı, müziklerin zenginliği ve filmde yer alan “Modern Times” kesiti bu vurguyu arttırır.
Bu sebeple müziklerin rehberliğinde bu filmi izlemek istedim. Hildur Gudnadóttir çello ile görünen hikayenin anlatıcısıyken; bunun dışında kalan müzikler görünenin ardındakilerin anlatıcısı olabilirler diye düşündüm ve bu şarkılarla beraber sahneleri rüyalar veya düşlemler gibi ele almaya çalıştım.
Everybody Plays The Fool ( The Main Ingredient)
Bu şarkının arka fonda çaldığı sahnede dikkat çeken Arthur’un zayıf bedeni, güçsüzlüğü ve vücudundaki darp izleridir ilk bakışta. Bedensel olarak Arthur ile tam bir tezat oluşturan Randall, Arthur’a kendini koruması gerektiğini söyleyerek dolabından çıkardığı bir silahı gizlice verir. Arthur’un silah taşıması yasaktır oysa ki. Randall karşısında Arthur, üzeri çıplak ve utangaç, çocuksu, kararsız bir tavır içerisindedir. Randall’ın Arthur’u ikna etme biçimi ve söylemleri küçük bir çocuğun kötü niyetli bir yetişkin tarafından kandırılışına benzer. “Biliyorsun sen benim adamımsın, bu aramızda bir sır olarak kalacak, hemen ödemek zorunda değilsin, başka zaman ödersin” cümleleri dikkatli seyirci için de kafa karıştırıcıdır. Devamında Randall ile yine bir yetişkin-çocuk tezatlığını çağrıştıran Gary dahil olur sahneye ve Randall onu küçük düşürür, dalga geçer.
Randall’ın nasıl bir karakter olduğuna dair bir kanaate varmak çok olası değildir. Arthur’u korumaya çalışan, yoksa zayıflığından yararlanmaya çalışan birisi midir? Şevkatli midir, zalim mi?
Şarkının hafif tonu ile Arthur’un geçmiş ve güncel yaşantılarının ağırlığı arasında bir tezat vardır. Ağırlığı dolayısıyla da içinde kalınabilen, hatırlanabilen yaşantılar değildir bunlar Arthur tarafından. Hafifletilmeye ihtiyacı vardır. Komediye başvurmayı gerekli kılan unsur da bu dramın hafifletilme ihtiyacıdır.
Şarkı dışlanma deneyimlerine dair çekilen acının teselli edicisi gibidir fakat aynı zamanda bir değişimi vaat eder. Dolayısıyla Arthur’un Joker’e dair karanlık dönüşümünün bir işareti olarak da değerlendirilebilir. Fakat şarkıda da en başta dillendirilen “ölümü düşünme” eğilimi henüz bir çözülme olmadığını hissettirir.
Bu şarkının aynı zamanda baba figürüne dair fiziksel ve duygusal bir istismarın gizil anlatımını barındırdığı da düşünülebilir. “Herkes bazen aptalı oynar” Şarkıda aşkın-sevginin okyanuslardan daha derine işleme ve muhakeme yeteneğini kaybettirme, zihni bulanıklaştırma potansiyeli anlatılır. Geçmişte baba figürü tarafından uğranmış olması muhtemel fiziksel istismar Arthur tarafından sevilme ihtiyacı ile karışmış olabilir. Arthur ve Gary’nin Randall karşısındaki yüz ifadeleri arasındaki tezatlık da bu karmaşanın anlatıcısı gibidir.
Denir ki; “Bu normaldir ve herkesin başına gelir.” Bu yönüyle de yaşanmış bu travmayı normalize etme, hafifletme eğilimine işaret eder. Geçmiş bu travmayı normalize etmeye çalışma ve fakat kendini suçlama eğilimlerini yine bu sahnede ilk diyaloglarda görürüz. Bir grup çocuğun kendisini dövmüş olmasını Arthur olağan karşılar ve kendini suçlar bundan dolayı.
Arthur’un idealize ettiği baba figürü, kendisini koruması için ona silah vermektedir bu sahnede. Geçmişte sağlanamamış kontrol ve güç unsuru, silah olarak cisimleşmeye başlamıştır burada. Sadece namlunun nereye doğrultulacağı henüz belirgin değildir.
”Sevgi, istismar ve aşağılanma Arthur’un zihninde iç içe geçmiştir. Bence sahnenin yukarıda bahsettiğim minvalde çağrışımlar barındırıyor olması bunu muhtemel kılmaktadır, ölüm fikri de buradan doğmaktadır.
The Moon is a Silver Dollar (Lawence Welk)
Şarkı, Arthur’un komşusu Sophie’nin arkasından baktığı bir sırada devreye girer ve devamında görüntü Arthur’un annesini yıkadığı başka bir sahneye geçer. Burada anne, yaşlı ve çıplak olması itibariyle savunmasız görünmekte, Arthur ise onunla şefkatle ilgilenmekte, ihtiyaç duyduğu hassasiyeti ona sunmaktadır. Kaygılarından arındırmaya çalışır annesini. Başkasına ihtiyacı olmadığına ikna etmeye çalışır onu. “Ben varım, merak etme” der kısaca. Sahne değişimi; bir hayalden, başka bir birliktelikten vazgeçişi de çağrıştırır. Aynı zamanda değişen, tersine dönmüş anne- oğul dinamiğini vurgular. Diyaloglarda önce Penny’nin düşlemleri, yanılsamaları dillendirilir, sonra Arthur’unkiler. Ortak bir düşlem oluşturulamaz çünkü Penny Arthur’un komik olamadığı gerçeğini dillendirmeye başlar. Bu noktada şarkı biter ve sanki bir rüya da biter. Dışarıya ait sesler, bağırışlar belirginleşir.
Bu sahne aynı zamanda Arthur’un kendi kaygılarından arınma ihtiyacı olarak düşünülebilir. Bu da muhtemelen annesinden kurtulma arzusudur. Sahne değişimi, yani Arthur’un kendi hayatının sahnesine çıkabilmesi ancak böyle mümkün olacaktır. Bu haliyle ancak birlikteliklerin izleyicisi olabilmektedir. Buna sebep olan ise; annenin kendi yanılsamalarını sürekli olarak sahneye koymuş ve Arthur’a da bunu dayatmış olmasıdır. Gerçekçi olmayan kendi hayalini ortaya koyduğunda Arthur, annesi onun bu hayaline katılmaz. Şarkıdaki romantizm, birliktelik Penny ile ay kadar uzaktır, dokunulamayandır.
Şarkıda bu birliktelik çok değerli tarif edilir: “Satın alabileceğimiz bir rüya var tatlım, sen ve ben. Ay, aşıkların paylaşması için tasarlanmış gümüş bir para ve kollarımda seninle ben bir milyonerim. Dertlerimizin hepsi birer bozukluğa ve gerçekleşen bir rüyaya dönüşecek”
Şarkının nostaljisi bu arzunun ve ihtiyacın, eski bir zamana ait olduğunu da hissettirir. Sanki geçmiş hala günceldir. Penny'nin 30 yıl önceki bir hayale sarılması da bunun kanıtıdır. Arthur için ise geçmişten beri annesinin bu hali, güncel sorunlarının da temelidir.
Çıplaklık unsurunun rahatsız ediciliği şarkı tarafından hafifletirken, bu aynı zamanda savunmasızlığın ve mahremiyetin olamayışının görselini sunar. Penny’nin gerçekleri (hem düşlemsel hem gerçek) Arthur’un kendine dair bütün alanlarını, sahnelerini işgal etmektedir.
Şarkı tınıları itibariyle hayallere dalmaya davet eder dinleyeni. Penny ile mümkün olmayan hayalperestlik sanki şarkılar yolu ile mümkündür ve bu sahne belki de şarkılarla bütünleşme ve hayallere dalmanın önünü açmaktadır Arthur için.
Slap That Bass (Fred Astaire)
Bu şarkı sahnede görseli ile birlikte yer alır. Bu görselde bir grup erkek boru şeklindeki metalleri ritmik bir şekilde ovmaktadır. Arthur da önce silahı okşar, sonra eline alır ve doğrultur. Namluya mermi sürer, “dolu silahı” ile dans etmeye başlar, müziğin ritmi ile bütünleşmeye çalışır. Arthur’un bu dansı sırasındaki bedensel hazzı da belirgindir. Bir diyalog canlandırır sonra. Bazı kısımları şu şekildedir:
-Arthur, sen çok iyi bir dansçısın
-Biliyorum, peki kim değil biliyor musun? O...
Işaret ettiği bir üçüncüdür ve silahı burada patlar. Panikler ve annesinin gürültünün sebebini sorması üzerine eski bir savaş filmi izlediğini söyler. Televizyonun sesini açmıştır ve duyulan şarkıda geçen “bugün en mutlu erkeklerin hepsinin ritmi var” cümlesi olur. Annesi odadan sesini kısmasını söyler. Arthur da özür diler.
Otoerotizm haz alma kaynağı olarak kendi bedeninin kullanımıdır. Bu sahnede Arthur’un dansı otoerotik bir deneyim gibidir. Silah ile birlikte dans ederken silah, bedenin bir parçası gibi kullanılmakta ve elde edilen hazzın sağlayıcısı gibi görünmektedir. Otoerotik deneyimler yoluyla dış nesnelere dair bağımlılık azaltılır. Arthur da bu sayede kendi arzularını karşılamak noktasında dış dünyaya dair beklentilerini ortadan kaldırmakta, bu yolla tatmin gücünü kendi denetimine almaya çalışmaktadır. Dolu bir silah ile dans etmek hazzın doruk noktasında olma niteliğindedir. Sonunda bu silahın patlaması “ıslak rüya”yı anımsatır. Bu patlamayı sağlayan ise sahnedeki üçüncü; yani muhtemel baba figürüne doğrultulmuş namludur.
Burada şiddet ile hazzın iç içe geçişini görürüz. Bir zamanlar muhtemel kendisine doğrultulmuş olan silah-penis- Arthur tarafından üçüncülere doğrulacaktır belli ki. Haz ve denetim bu şekilde sağlanmak istenmektedir. Derinlerdeki bu dürtü artık baskılanamamaktadır, patlama noktasına gelmiştir.
“Slap that bass” şarkısının yer aldığı film 1937 yapımı bir romantik komedi filmidir. Şarkı da geminin en derinlerinde çalışan bir grup erkeğin müzik yolu ile ritimlerini bulduğu ve keyif deneyimlerini açığa çıkarmaya başladıkları, dans ettikleri bir sahnede geçmektedir. En derinden geleni açığa çıkarmaya sevk eder dinleyeni “basa vurmak-tokatlamak" yoluyla. Fakat bu film Arthur için eski bir savaşın filmidir. Artık oldukça gürültü yaratmaktadır bu eski savaş. Sahneden belli olduğu üzere muhtemelen erkeklerin erkeklik savaşıdır aynı zamanda. Belirgin unsur bir aletten keyif almak ve bu yolla özgürleşmektir. Belki “cinsel olgunluğa erişmek” gibi bir anlamı barındırır. Kendi gücünü kazanmak, erkekler dünyasına katılmak. Fakat bu cinselliği dış dünyadan koparıp, kendine katmak suretiyle yapılmaya çalışılmaktadır. Silahla dans etmek böyle bir ifadedir.
Kısaca; şarkıda müzik sıkıntılardan kaçma, bir ritim yakalama, mutluluğa erişme yoludur. Yeter ki aletiniz olsun.
If You’re Happy and You Know It
Evin dış kapısı kapanırken şarkı başlar ve Arthur bir çocuk hastanesinde çocukların önünde palyaço kostümü ile bu şarkıyı söyleyerek dans etmektedir. Çocuklar da burada eğlenir, eşlik eder kendisine. Fakat bu dansın ortasında Arthur’un cebindeki silah yere düşer, panikle silahı yerden almaya çalışsa da bu biraz zor olur. Silahı alıp önlüğün içine saklar ve çocuklara “sus” işareti yapar. Karşısında bir çocuk ise; eliyle silah işareti yapıp Arthur’a doğrultur.
Şarkı “eğer mutluysan ve bunun farkındaysan ve bunu göstermek istiyorsan kulaklarını salla, ayaklarını vur...” minvalinde devam eden bir çocuk şarkısıdır. Mutluluğun göstergeleri bunlar olamayacağı gibi; Arthur’un durumunda da gülmek mutluluk göstergesi değildir. Annesi ona “Happy-Mutlu” diye sesleniyor olsa da. Ağır hastalıkları olan ve hastanede yatan çocuklar da mutluluk ile bir tezat oluşturur aslında. Arthur’un cebinden düşen silah da bu tezatlığın artık saklanamaz oluşu gibidir. Dolayısıyla bu mutluluk maskesini takmak da belli ki zorlaşmaktadır.
“Hastanedeki hasta çocuklar, gösteri eşliğinde anlık mutluluklara dalıyor” muhtemelen Arthur’un zor dış dünya gerçekleri karşısında geçmişte sığınmaya çalıştığı mutluluk yanılsamalarını işaret eder.
Son sahnede Arthur “sus” işareti yapsa da bir çocuk hayali bir silahı canlandırmaktadır, yorumlamaktadır. Elinde silah varmış gibi Arthur’a doğrultur. Bu an Randall’ın Arthur’a paylaşılan bir sır gibi silah verdiği sahneyi çağrıştırır. Belli ki küçük çocuk kendisine verilen bu aleti kullanacaktır, sır da ifşa olacaktır.
Send In The Clowns
Metrodaki üç kişi Arthur’un üzerine doğru gelmektedir. Içlerinden bir tanesi “send in the clowns” şarkısının ilk iki dörtlüğünü söylemektedir bu esnada. Hareketlerinden bu üç kişinin alkollü olduğu bellidir ve yüzlerinde bir gülümseme olmasına rağmen yavaş ama saldırgan bir eğilim söz konususur. Fiziksel ve ruhsal bir tehdit teşkil etmektedirler. Üzerine üzerine giderler, nihayetinde sıkıştırırlar Arthur’u ve bu baskı arttıkça Arthur kendini tutmakta zorlanmakta ve resmen acı çeker gibi daha şiddetli gülmektedir. Bu esnada Arthur’un üzerinde palyaço kostümü vardır. Bir kişi peruğunu çıkarır Arthur’un ve kendi kafasına takar.
Kabus olarak nitelendirilebilecek unsurlara sahiptir bu sahne. Korku simgeleriyle doludur. Atmosfer de bu korkuyu destekler. Sahne de zaten yerin altında hızla giden bir metroda geçmektedir. Bulunduğu vagonda bir tehdide karşı tek başınadır. Bilinçdışı tehditkar unsurlar yüzeye çıkmaktadır.
Arthur'un karşı koyamadığı gülmeleri duyulan korku karşısında rüyadaki bir tersine çevirmedir. Üzerine gelen bu üç adam da kendisine dair artık baskılanamayan saldırgan nitelikteki dürtüleri olarak düşünülebilir.
Şarkının adı bu kısımda en dipte olmayı, bundan daha dibinin mümkün olmadığı vurgusunu güçlendirir. Bu dip; var olan savunma düzeneklerinin işlevsiz kalmasının sonucudur. “Send in the clowns” bir deyim olarak hem en dipte olmayı hem de en son çareye başvurmayı barındırır içerisinde.
Şarkının sözleri ise; bir uyumsuzluktan, aynı noktada bulunamayıştan bahseder. Korku duyulan tepesine çökerken, Arthur’un altta kalması ve kımıldayamaz halde oluşu gibi.
“Çok güzel değil mi? Çift mi olduk?
Ben nihayetinde yerde yatarken ,sen gökyüzünde
Palyaçoları gönderin
Harika değil mi? Katılmıyor musun?
Biri etrafı dağıtırken, diğeri hareket bile edemiyor
Palyaçolar nerede? Burada palyaçolar olmalı”
Şarkının söylendiği son sahnede palyaço peruğunu bir başkası takmıştır, gülüyordur, Arthur’un yüzünde palyaço-joker makyajı vardır ve gösteriyi bir diğeri yapmaktadır. Bir gösterinin bileşenleri bu vesileyle tamamlanmıştır sanki. Gülmek- gülümsemek, makyaj ve korku. “Send in the clowns” ile kastedilen son çare; korkulan birisi olmaktır. Bu yolla geçmiş ve güncel üzerinde bir denetim sağlamak mümkün olacaktır belki. “Çok güzel değil mi, çift mi olduk?” sözleri de, saldırganlarla Arthur’un aynı gösterinin parçası olmaya doğru gittiğinin göstergesi gibidir.
My Name Is Carnival (Jackson C. Frank)
Arthur’un aynadaki yansıması ile başlar sahne. Dolabını boşaltırken insanların maskeli bir adam, bir palyaço hakkındaki konuşmaları duyulur. Kimliği belirsiz birisinden bahsedilmektedir.
Gary girer içeri ve Arthur için üzgündür.
Randall, kovulmasının adil olmadığını söyler fakat herhangi bir duygu barındırmaz sözleri.
Bir başkası onu azarlar.
Diğeri dalga geçer.
Buraya kadarki kısımda Arthur her bir karakter aracılığıyla iç dünyasına yönelik unsurlarla yüzleşir: üzüntü, adalet arayışı, kızgınlık, aşağılanmışlık. Sahnenin başında da bir kimliğin belirlenememesi söz konusudur. Şarkı da bunu “karnaval” metaforuyla sararak parçalanmış duygusal durumunu bütünleştirmeye çalışır.
Bu konuşmaların devamında Arthur, kendisine silahı verenin Randall olduğunu ve kendisinin de henüz bunun ödemesini yapmadığını söyler. Randall karşılık veremez ve burnunda kırmızı ponponu ile gülünç bir durumda kalır. Çıkış yapmayı unuttuğunu söyleyerek geri döner Arthur ve odadaki ilgili kutuyu yumruklayarak yere düşürür. (“Punch” yumruk anlamına gelmektedir. “Çıkış yapmak” ise “punch out” olarak söylenmektedir.) Binadan ayrılırken bir yazıyı değiştirir ve yeni anlamıyla bu yazı “gülmeyin” anlamı taşımaktadır. Dans ederek merdivenlerden iner ve tekme ile açtığı kapının dışı oldukça aydınlıktır.
Arthur'un Randall ile olan ilk sahnesinde ona dair duygulanımları daha karmaşık, anlam verilemez bir nitelikteyken; Arthur’un öfkesinin ona dair belirginleştiği görülür. Saldırgan olarak zihninde belirginleşen Randall’a onun yaptığı gibi karşılık vermektedir. Küçük düşürerek, korkutarak ve üzerinde bir güç kullanarak. Bu gücün fiziksel bir niteliği de vardır. Yumruk atılmış olan muhtemelen onun yüzüdür. Artık gülünen (dışlanan; küçük düşürülen) kendisi değil; Randall’ın temsil ettiği diğer figürler olmalıdır. Ruhsal ve fiziksel unsurları barındıran bu çözüm derinden gelenin yarattığı gerginliğe bir çözüm oluşturmalıdır. Arzu doyuran, gerilim azaltan bir rüya olarak düşünülebilir bu kısım.
Şarkıdaki “My name is Carnival, hear my name, call my name” vurgusu kimliğin-kimliklerin bazı boyutlarının belirginleşmeye başladığını hissettirir.
Aynı zamanda bu şarkının anlamsal bütünlüğünü sağlamak çok zordur. Sözcükler gerçek anlamından çoğunlukla kopuk olduğu gibi simgesel bir içeriği de yoktur. Mantık ilkesinden kopuktur. Zamansal karmaşa vardır. Karnavalın kim/ne olduğu karışıktır. Kimliğin belirginleşmeye başladığı bir sahne olması itibariyle bunun; bilinçdışı süreçlerin egemen olduğu bir eksene yerleştirildiği anlaşılabilir. Şarkıda da “Burada kanun yok” diye belirtilmektedir bu gidişat. Kanunsuz bir kimlik.
Smile (Jimmy Durante)
Arthur’un sahnede olduğu bir anda devreye girer şarkı. Alkışlanır ve hayranlık uyandırır. Özellikle de kendisini izlemeye gelmiş olan Sophie tarafından. Arthur’u mutlu görürüz bu sahnede hiç görmediğimiz kadar. Gözleri güler. Devamında Sophie ile birlikte yürümektedir sokakta. “Katil palyaço serbest” başlıklı gazete önünde durur, görseldeki palyaçonun keskin dişleri vardır, onu taklit eder. Sophie bunu yapan kişinin bir kahraman olduğunu söyler. Önünden palyaço maskesi takmış biri geçer ve ona gülümseyerek bakar. Sophie'yi güldürür, mutlu eder.
Şarkının tonu ve sözleri hayalperestliğe davet eder, umut vermeye çalışır. “Kalbin acısa da, için kederle dolsa da gülümsemeye devam et. Sen gülümsedikçe bakarsın güneş senin için doğar, ışır. Mutsuzluğunu gizle, gözyaşı akıtmaya en yakın olduğun an denemeye en devam etmen gereken an. Ağlamanın ne faydası var? Gülümsemeye devam edersen hayatın hala yaşamaya değer olduğunu görürsün.”
Bu sözleri ile Arthur bu şarkı eşliğinde narsisistik savunmalarına sığınmaktadır. Sahnede büyür, kendi yansımalarını görür alkışlar, bakışlar ve gülümsemeler yoluyla. Bu yansımaları mutlulukla izler sahneler boyunca.
Sophie bu düşlemde narsizmini besleyen, destekleyen bir kendilik nesnesi gibi işlev görür.
“Katil palyaço” imgesinin karşısında Arthur taklit yolu ile içselleştirmeye çalışır bu figürü, Sophie ise bu figürün idealize edilmesine katkı sağlar. “Kahraman” der onun için. Yüceltilen bir diğer ideoloji de “pislikleri dünyadan temizlemek” tir.
Bu büyüklenmecilik şarkının sözlerinde de kullanılır. Güneşin biri için ışıması böyle bir hayaldir. Tabi ki şarkıyı yazan için bunun bir hayal olduğu farkındalığı mevcuttur fakat Arthur için bu onun gerçeğine dönüşür.
That’s Life (Frank Sinatra)
Murray Franklin televizyonda programını bitirirken şarkı başlar. Arthur koltukta uyuyakalmış annesini uyandırır yatağa götürmek üzere fakat öncesinde şarkı eşliğinde annesi ile bir süre dans etmek ister. Annesi yine Wayne’e yazdığı mektuplardan bahsetmeye başlar. Arthur'un ısrarı ile kısa bir süre eşlik etse de ona; giderken yine mektubu postalamayı unutmamasını tembihler. Sonra Arthur bahsi geçen zarfı açar ve mektubu okumaya karar verir.
Tv programları, yaşam, annenin zihni Arthur’un içinde hissetmeye ihtiyaç duyduğu fakat uyumu yakalayamadığını, dolayısıyla da dışına atıldığını hissettiği yerler gibidir. Şarkı da aslında hayatın içinde yer alabilmek ve alamamak ekseninde bir çabadan bahseder.
Annenin bu sahnede gözlerinin kapalı oluşu, gözlerini açtığındaysa sadece Wayne’in adını sayıklaması, Arthur’un onu dansa davet edişine zoraki karşılık vermesi annenin içine girmeyi mümkün kılmayan detaylardır. Dolayısıyla son sahnede özel olan bu mektubun içinde bulunduğu zarfın yırtılarak açılması, Arthur’un bu içeri girme zorlantısı ile ilgili görünmektedir.
Valse (Modern Times)
Açılan büyük bir kapıdan kostüm giymiş olarak Arthur heybetli bir salona giriş yapar, başka bir kapıdan daha girer ve bir sinema salonundadır. Salonun tamamı yetişkinler tarafından doldurulmuş ve herkes keyif almaktadır filmden, gülmektedirler. Çekim açısı bu sahnelerde salonun ve insanların heybeti içindeki Arthur’un küçüklüğüne vurgu yapar.
Perdede Charlie Chaplin’in “Modern Times” filminden “Valse” sahnesi oynamaktadır. Bu sahnede Charlie Chaplin tehlikeli bir alanda gözü kapalı buzda kaymaktadır.
Kameranın konumlandığı yerde Chaplin yerine Arthur yer alır ekranda ve müziğin ritmine uygun olarak salınır, mutlu olur bir çocuk gibi.
Sonra salonun diğer ucunda oturan Wayne’e bakar ve onun salondan çıkmasıyla birlikte Arthur da peşinden gider. Tuvalete kadar takip eder onu, üzerindeki kostümü çıkarır. O sırada aynadan pisuvardaki Wayne’i izlemektedir gizlice. Başka bir adam da erkekler odasını (men’s room) terkederken Arthur’u hiç görmez gibi davranmakta ve odayı terketmektedir.
Filmin arka plandaki sesi devam etse de “Valse” kısmı burada biter.
Charlie Chaplin’e yer verilen bu kısımda, tıpkı onun yaptığı gibi sözsüz müzik, görüntü ve bir yazı sahnenin anlatıcısı olmaya yeterlidir. Anlattığı ise; “Tehlike içerisinde, çocukluk neşesi” gibidir. Arthur’un Chaplin’in yerine geçme, o olma isteği oldukça açık ifade edilmektedir. Neticede insanları güldüren, izlenen Küçük Serseri’dir o. Tehlikelerle çevrili bir çocuğun hayal alemindeki mutluluğunu düşündürür sinema salonundaki bu sahne. Tıpkı o andaki Charlie Chaplin gibi, gözlerini etrafındaki tehditlere kapatarak.
Etrafına baktığı anda ise Arthur Wayne’i görür ve gözlerini o noktaya kilitler. Bakışları neşeden uzaklaşır ve başka bir alana geçiş yapar. Çocukluk düşleminin yetişkin düşlemine dönüşümünü izleriz muhtemelen.
Mahrem bir yerdir erkekler tuvaleti ve en mahrem anında izler Arthur Wayne’i. Gizlice izleme, içeri içeri girme arzusu belirginleşmeye başlar. Izlenen kişinin takip edildiğinin farkında olmayışı odadaki bir diğer erkek yoluyla da anlatılmış muhtemelen.
Burada olan bir görsel hakimiyet, üstünlük kurma arzusudur. Bu yolla izlenen kişi savunmasız bırakılmış olur, sadistik bir tatmin sağlanır, tıpkı Wayne’in de savunmasız bir anda oluşu gibi. Görsel bu faaliyet ile en mahreme, en içerilere girilmiş olur. Bu da sadistik bir haz yaratır çünkü öteki üzerinde bir güç sağlandığını hissettirir.
Tabi ki çocuksu bir merak ile izlemek, merak etmek gibi bir bağlamı da vardır fakat mahremi izlemek suç ile çevrili bir arzudur. Etrafı tehlikelerle çevrili bir alanda gözü kapalı buz pateni yapan bir çocuk, bu suçluluğa da gözünü kapatır muhtemelen ve o alana girer. Yasaklı o alanı ele geçirmek ister.
Görülmek, izlenmek yoluyla içerilere girmek isteyen bir çocuktan zorla içeri girmeye çalışan bir yetişkinliğe evrilişin sahnesidir sanırım bu.
That’s Life –ikinci defa- (Frank Sinatra)
Arthur’un kanepede ölü taklidi yaptığı bir anda devreye girer şarkı. Yerde bir tabanca ve yarım bırakılmış bir sigara görünür.
Sonraki sahnede banyoda ayna karşısında renkli boyaları sürünür ve dans eder. Dilini de boyar. Üzerinde sadece iç çamaşırı vardır, çıkardığı palyaço maskesi kenarda asılıdır. Annesine ait bir fotoğrafın arkasındaki nota bakar “Gülüşüne bayılıyorum. T.W.” yazmaktadır. Gözünü kapatarak buruşturur bu fotoğrafı ve yere atar. Kapının zili çalar. Çekmeceleri karıştırarak bir makası çıkarır ve kapıyı açmaya gider.
Şarkıda dünya düzeninin kişiyi alt etmesine izin vermek ve vermemek arasında gidilip gelinir. Fakat temel vurgusu yeniden kalkış, tekrar denemek, zorlukları aşmaktır.” Bir kukla, bir yoksul, bir korsan bir şair oldum. Bir piyon, bir şah... “
Arthur’un da çözümü eski Arthur’u öldürüp başka biri olarak devam etmektir. Aynı zamanda bu pasif bir konumdan aktif bir konuma evrilmenin de arzusu gibidir. (Ölü taklidi sonrası dans ve renkler) Sahnedeki renkler ve dans dürtüsel dünyanın harekete geçirici yönünü belli eder. Bu sahnede de öncekilerden farklı olarak daha coşkusal, daha taşkın bir dans vardır. Bir patlama gibi, ki özellikle bu bir ölüm sahnesinin ardından geldiğinde bu nitelik daha belirgin bir hal alır.
Bütün bunlar ve dilini boyaması farklı bir ifade yolunu seçmenin göstergeleri olabildiği gibi; içeride de bir değişim yapma arzusudur. Bu da muhtemelen duygusal dünyayı cansızlaştırmak istemektir. Bunu aktif bir çaba ile yapması gerekmektedir. Bu yüzden gözlerini sıkıca kapatır anlam verilemez gerçeğine. Anlam verilemeyen, ulaşılamayan gerçeğin temsilcisi bu fotoğraf ve üzerindeki not, bu dönüşüm sahnesini kesintiye uğratan bir andır. Arthur ise kesilmektense; kesmeyi tercih etmekte ve çalan kapıyı cebine koyduğu keskin bir makas ile açmaya gitmektedir. Çünkü bu zil içsel bir alarmdır aynı zamanda.
Rock’n Roll Part 2 (Gary Glitter)
Arthur’un makyajı ve gövdesi kan ile lekelenmiştir ve yerde yatan kanlı cansız bedene bakar.
Üzerini değiştirmiştir. Joker’e özgü renkli kıyafetleri giymiştir. Saçları yeşil, yüzü ise makyajlıdır. Koridordan geçer, asansöre biner ve gülümser.
Uzun merdivenlerin ortasında aşağı doğru inerek kolunu bacağını savurarak fazlaca coşkusal dans eder.
Şarkının ritmi ve tonu bir zaferi fakat karanlığı, derinden geleni de hissettirir. Güçlü bir tonu vardır ve muhtemel bu Joker’in hisleri ile de örtüşür.
Kan hem ölümün hem de yaşamın anlatıcısıdır bu sahnede. Kendini yaratım, doğurma sürecinin belki de sancısını ifade eder. Diğer yandan bu yaratının yıkım, ölüm ile olan bağını da sunar.
Büyük hareketleri özgürlüğü fakat aynı zamanda taşkınlığı, kontrolsüzlüğü belli eder. Içerideki yıkımın büyüklüğüyle bir tezat oluşturur, bu yıkımı yok sayar. Merdivenler bilinçdışının kaosuna inen zafer yolu gibidir Joker için bu sahnede.
White Room (Cream)
Birçok ekranda Joker’in neden olduğu karmaşanın, işlediği cinayetin (Murray Franklin) haberi sunulmaktadır. “Sistemin görmezden geldiği herkes için... Gotham alevler içinde.” sözleri duyulur.
Polis arabası belirir, içinde Joker oturmakta ve dışarıdaki kaosu görünce mutlu olmaktadır. Bütün şehir isyanlara teslim olmuş, sokakları eylemciler doldurmuştur. Palyaço maskesi vardır göstericilerin çoğunun yüzünde. Polis memurunun herşeyin nedeni olarak Joker’i göstermesi ve gülmemesini söylemesi bir şey ifade etmez çünkü tam olarak neden olmuş olmaktır Joker’i mutlu eden. “Çok güzel değil mi?” der. Tam o sırada bir ambulans, söz konusu polis aracına hızla çarpar. Zincirleme kazalar olur.
“White room” boşluk ve sonsuzluk gibi çağrışımları barındırır bu sahne için. Aşağıda belirtilen dizelerin olduğu kısım kullanılmıştır bu sahnede. Bahsi geçen beyaz bir odaya sımsıkı kapanmayı ve geri dönüşü mümkün olmayan, sonsuz-çerçevesiz bir yerde durmayı düşündürür. Güneşin ışımadığı ve gölgelerin kendisinden kaçtığı bu yer çok muhtemel kapkaranlık olsa dahi; kişi bunu beyaz olarak tasvir etmiştir. Tasvir edilen bu odada olmak memnuniyet vericidir ironik bir şekilde. Romantizme izin vermeyen bir oda çok muhtemel bir başkasının erişimine kapalıdır.
Kendi karanlığına kendini “huzur içinde” kapatmakken söz konusu olan, dışarının sınırları değil, içerinin sınırsızlığı hüküm sürer. Polis arabası sınırlandırıcı, kontrol edici işlevini yerine getiremez, ambulansın kurtarıcı, müdahaleci etkisi yok edilir. Her dokunuş ancak farklı patlamaların, kazaların habercisi olabilir. Ve kişi burada durmaya devam edeceğinin “güvencesini” verir.
Beyaz odanın sınırsızlığı içeri ve dışarı arasındaki sınırları da muhtemelen ortadan kaldırmaktadır. Polis aracında giderken görülenin mutluluk verici olmasının nedeni bir bakıma dışarının da kendi içine dönüşmüş olmasıdır. Artık dış dünya kendisinden bağımsız bir aygıt değil; bizzat onun kontrol ettiğidir. Kendisine yansıtılana bağımlı değildir artık, neyin gözlerine yansıyacağını kendisi dizayn etme kudretine sahiptir.
“In the white room with black curtains near the station.
Black-roof country, no gold pavements, tired starlings.
Silver horses run down moonbeams in your dark eyes.
Dawn-light smiles on you leaving my contentment.
I'll wait in this place where the sun never shines;
Wait in this place where the shadows run from themselves.”
That’s Life -üçüncü defa- final-(Frank Sinatra)
Tutuklular için olan bir hastanenin bembeyaz odasında kelepçelerle oturmaktadır ve şarkıyı mırıldanarak söylemektedir. Şarkı aslında içeride çalmaktadır, o da duyduğuna eşlik etmektedir:
“That’s life, and as funny as it may seem, some people get their kicks stomping on a dream. But i don’t let it, let it get me down.”
Bu sırada bir sigara içmekte ve dudağını okşamaktadır sadece. Hayal aleminde gibidir. Karşısında oturan siyahi ve koyu renk gözlü görevli uzmana kapatmış vaziyettedir kendisini. Kadının bakışlarından da bu ulaşamama, etki edememe hali belli olmaktadır.
Kelepçeleri ile koridordan ilerlerken kanlı ayak izleri bırakır bastığı yerlerde. Dans eder, koşar.
Beyaz oda, siyah perdeler, karanlık gözler.
Kanlı izlerle doldurulmak istenen beyaz boş sayfa...